Röportaj: Deniz Çiftçi
Son albümünüz “Made in the Dark” Mixmag dergisi tarafından 2008’in Ocak ayında, daha albüm yayınlanmadan “Ayın Albümü” seçildi. Pek çok müzik dergisi de albümünüzü öve öve bitiremedi. Billboard Hot Electronic Albümleri listesinde iki numara, Billboard Top Heatseekers listesinde bir numara oldu. Siz ne düşündünüz, albümün ticari olarak bu kadar başarılı olacağını bekliyor muydunuz?
İnsanlar bazen zorlayıcı olabiliyor. Zorlayıcı değil de, insanların albümün tümünden bir anlam çıkarması daha zor çünkü bugünlerde insanlar albümlerde tek bir tarz bekliyorlar. Ama bizim albümümüzde pek çok türde şarkı var. Bu yüzden dergiler de, medya da albümün ne olduğunu anlatmakta, onu tarif etmekte zorlandılar. Biraz endişeliydik evet, nasıl bir şey yaptığımızı merak ediyorduk, insanların albümü sevip sevmeyeceğini... Neyseki insanlar albümdeki bütün şarkıları sevmiş gibiler… Bu da çok iyi tabii ki.
Şarkıların sahnede bu kadar farklı olmasının sebebi şu, bazılarını iki kişi birlikte yazıyoruz, bazılarını üç kişi, bazılarını beş kişi.. O yüzden sahnede çalarken mutlaka biraz değiştiriyoruz çünkü yeni insanlar da katılmış oluyor. Ayrıca bazen beatler çok karmaşık, çok zorlu olabiliyor özellikle bir kilise, bir stadyum ya da ufak bir klüp gibi yerlerde çalıyorsanız bazen beat kaybı yaşayabiliyorsunuz. O yüzden biz de ona göre sahnedeyken bazen basitleştiriyoruz, bazen genişletiyoruz. Bu yüzden sahnede çaldıklarımız albümden oldukça farklı ve eşsiz oluyorlar. Bence bu şarkıları paylaşmanın ve sahnede iyi vakit geçirmenin en güzel yolu.
Made in the Dark’ı Goddard’ın yatak odasında kaydettiniz. Hakkınızda yapılan bir yorumda “çevrelerinin normalliği müziklerini çok iyi etkiliyor” deniyor. Nasıl oluyor da bu kadar “normal” bir ortamda bu kadar “anormal” şarkılar yapabiliyorsunuz?
Yani albümde homojen bir sound elde etmek, albümün genelinde bir tek anlam yaratmaya çalışmak gibi bir çabamız olmadı. Bu mutfağınızda boxerla dolaşmak gibi, ama bir klüpte öyle gezemezsiniz. Onun gibi bir şey, farklı anlayışlar. Biz albümü stüdyoda da kaydettik, nasıl olacağını görmek için. Geleneksel bir şekilde, tüm grup birarada da denedik.
Sizin müziğiniz, Prince ve New Order’a benzetiliyor. Kimleri dinliyorsunuz?
Biz kimi dinliyoruz? Pek çok kişiyi dinliyoruz, dinleyicilerimizin çok çeşitli türde müzik dinlemeleri gibi. Prince’i seviyoruz, New Order’ı seviyoruz ama özellikle hiçkimseye benzemek gibi bir kaygımız da yok açıkçası. Bunu pek çok kişi söylüyor. O yüzden örneğin Prince’i andıran bir şarkı yaptığımızda değiştiryoruz, kimimiz house yapmak istiyor, kimimiz Bruce Springsteen şarkısı yapmak istiyor, kimimiz Alman dans müziği yapmak istiyor… O yüzden elimizden geldiği kadar birşeyleri değiştirmeye çalışıyoruz. Ne zaman bir şarkı başka bir şeyi andırsa değiştiryoruz, başka şekilde yapmaya çalışıyoruz. Asıl istediğimiz insanları dansettirecek ve zihinlerini değiştirecek bir şeyler yapmak
Bir röportajınızda şarkıları yaparken “herşeyi mixin içine koyduğunuzu” söylemişsiniz. Nasıl oluyor da şarkılar bir kaosa dönüşmeyip bu kadar iyi bir sound ortaya çıkıyor?
Bilmiyorum, biraz yemek yapmak gibi, çok tuzlu yapmak istemezsiniz. Ancak herşeyi dengeli tuttuğunuzda güzel bir tat elde edersiniz. Tıpkı kahvaltı gibi… Yani bütün mesele kulağa iyi gelmesinde. Biraz içgüdüsel bir yanı var, ama bilinçli olarak garip şeyleri biraraya getirmek gibi bir kaygımız yok açıkçası. Çünkü bilinçli olarak “ilginç olsun, garip olsun” diye davranırsanız zorlama oluyor. Bizim yapmak istediğimiz şu, ilginç olmalı, dinlediğiniz zaman içgüdüsel bir şekilde dans etmek istemelisiniz, şarkı sözleri üstünde düşünmelisiniz… Yani ilgilenmelisiniz.. Yoksa bütün sosları bir araya koyarsanız ortaya pek de güzel bir yemek çıkmaz O yüzden, evet herşeyi biraraya koyuyoruz ama ondan sonar eliyoruz, rafine bir hale getiryoruz. Ama evet, bu içgüdüsel bir şey…
"Wrestler" şarkınızı LCD Soundsystem’dan James Murphy’nin bir mesajı üzerine yazmışsınız. Murphy, Al’i size geri vermemek için güreşmeye bile razıymış. (Al Doyle aynı zamanda LCD soundsystem’ın konserlerine de katılıyor.) Şimdi Al’i geri aldığınıza göre güreşi siz mi kazandınız demek oluyor?
Sayılır, yani daha savaş bitmedi (gülüyor) Al, limitlerini zorluyor. Ama Al elimizde o yüzden James’in buraya gelip bizimle savaşması gerekecek.
Timbaland’in şarkılarınızı remixlemesini istiyormuşsunuz, doğru mu?
Ehhm, eğer kendisi isterse hayır demeyiz. (gülüyor) Bize uzun bir süre ilham oldu. Özellikle Joe (Goddard), Timbaland tarzında birşeyler yapmak istedi. O yüzden bizim özellikle çalışmak istediğimiz kahramanlarımızdan biri diyebiliriz. Yaparsa muhteşem olur.
Son olarak haftaya bizi neler bekliyor?
Son zamanlarda birçok festivale katıldık. Yeni albümden pek çok şarkı çaldık, eskilerden de baya çaldık aslında.. Hepsini bir araya getirmeye çalıştık. Sanırım İstanbul’da da böyle olacak. İstanbul'da görüşmek üzere, herkesi bekliyoruz...
* Bu röportaj billboard.com'da yayınlanmıştır. (2008)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder