
27 yıl önce başlayan efsane, bugün dokuzuncu kalesiyle yeniden karşımızda! "...And Justice For All"la zirveye çıkan Metallica, "bundan iyisi olmaz" deyip hızla uzaklaştığı köklerine geri döndü, kendisiyle barıştı. İstanbul'u da yıkıp geçtikleri turnesinin Dublin ayağında verdikleri röportajda yeni albümünü, yeni "kısa filmlerini", son beş yılda ne kadar değiştiklerini anlattılar. Sonuç: onlar artık çok daha huzurlu!
Çev. Deniz Çiftçi
Sonunda “Death Magnetic”i tamamladınız, kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Lars Ulrich: Aslında, bu son dönemle ilgili olarak, son bir kaç yılla ilgili olarak hala kendime gelemedim diyebilirim. Ama albümü dinleyen herkes çok iyi olduğunu söyledi, ben de onlara inandım! Kesinlikle çok enerjisi olan bir albüm, canlı gibi... Rick Rubin’in yapmak istediği temel şeylerden biri de buydu aslında, Metallica canlı çalıyormuş gibi bir sound yakalamak. 90’larda yaptığımız albümlerden bazılarının laboratuar sürecini biraz fazla kaçırdık, detaylarla çok uğraştık. Rick bu albümde, konserlerimizde oluşan o “ses duvarı” etkisini korumak istedi ve bunu başardık. Çok gürültülü ve resmen suratınıza çarpıyor.
James Hetfiled: “Death Magnetic” gerçekten iyi oldu. Yeni seslere old-school öğeleri kattık. Üstelik grup olduğumuzu en çok hissettiğimiz albüm bu oldu. “St. Anger”dan sonra çok olgunlaştık –tabi biz ne kadar olgunlaşabilirsek!. Birbirimizden nefret ettiğimizden çok birbirimize ihtiyacımız var, bu kadar basit.
Kirk Hammett: “Death Magnetic” için şarkılar yazmaya başladığımızda yeniden bir grup olmaya başladığımızı hissettik, çünkü Rob aramıza katıldı. Bu harika bir şey oldu, yeniden gerçek bir grup gibi çalmaya, bir grup gibi yaratmaya başladık. “St. Anger”dan sonra ileriye doğru büyük bir adım oldu bizim için. Bu albümü genel bir çerçeveye oturtmak şimdilik çok zor ama şunu söyleyebilirim ki bizim en iyi olduğumuz albümlerden biri.
Robert Trujillo: “Bu benim ilk Metallica albümüm, bence harika oldu. Yaratıcı süreç biraz korkutucu oldu çünkü çok yoğun bir süreçti. Lars ve James’le birlikte çalışmak, en iyi şarkı yazarlığı okuluna gitmek gibi bir şey. İkisi de önerilere çok açık ve benim söylediklerimi gerçekten duymak istediler.
“Death Magnetic”te geçmişinizle barışmak Metallica’nın yaptığı bilinçli bir seçim miydi?
James: İnsanlar bu albümün “Master of Puppets II” olduğunu söyledi, ama açıkçası bu beni biraz korkutuyor. Biz ve Rick Rubin, “Death Magnetic”te Metallica’nın özünü, açlığını, basitliğini, bizi biz yapan şeyleri yeniden yakalamaya çalıştık. Bence bunu da başardık. Biz bu şarkıları kendimiz için yazdık. Herkesi memnun edemezsiniz. Yaptığınız şeyden hayal kırıklığına uğrayan birileri mutlaka olacaktır, bunu anlıyorum. Benim de herhangi bir albümlerinden sonra dinlemeyi bıraktığım bir sürü grup var. Bizler birer kaşifiz, sürekli ileri gitmemiz, yeni şeyler keşfetmemiz gerekiyor. Bizler sanatçıyız, en iyisi için açız ve henüz oraya ulaşmadık, bu yüzden gidecek çok yerimiz var.
Kirk: Rick Rubin’in ortaya koyduğu temel şey, en iyi Metallica albümünün nasıl bir çizgide olması gerektiğini bilmesiydi. Bize “ne yapıyorsanız, ne düşünüyorsanız, ne dinliyorsanız, ne yiyorsanız, ne içiyorsanız... herşeyi ortaya koyun, onlara odaklanın. Çünkü 80’lerde ne yapıyordunuz bilmiyorum ama ortaya harika bir müzik çıkardınız” dedi. Biz de kendisine hak verdik açıkçası. O zamanlarki tavırlarımız şimdiki tavırlarımızdan çok farklıydı, gençtik, kendimizi kanıtlamak istiyorduk ve buna göre şarkılar yazdık. Rick de bize “yine o günlerinize dönün” dedi ve kesinlikle işe yaradı. O gençlik yıllarımda neler dinliyorsam yine onları dinlemeye başladım, UFO, Deep Purple, Rainbow, Van Halen’in ilk albümü, Pat Travers.... Başlangışta şok oldum, yeniden bu şarkılardan ilham almaya başladım hem de ergenlik yıllarımda olduğu gibi... Bu tavrı yeni yazdığımızı şarkılara ekleyince de ortaya harika sonuçlar çıktı. Kendini referans almak işe yaradı ve kesinlikle kendimizi tekrar etmedik. Yaptığımız şey tamamen yeni ve taze.
Lars: Geçmişimizle barışmak tamamen organik olarak oluştu. Rick yalnızca takılıp müzik hakkında sahbet etmek için çok vakit ayırdı. Bizi geçmişimizle yeniden bağ kurmak ve o yıllardan ilham almak konusunda cesaretlendirdi. 80’lerde yaptığımız işlerle bizi barıştırdı: “Ride the Lightning”, “Master of Puppets”, “...And Justice for All”.
“Justice”i bitirdiğimiz zaman artık daha fazlasını yapamayız, en iyisi, en trash’i bu, bunu daha ileriyie taşıyamayız diye düşünmüştük. Bu nedenle 90’lı yıllarda bu tarz müzikten kaçabildiğimiz kadar uzağa kaçmaya çalıştık. Rick, 80’li yıllara geri dönmemiz konusunda bizi rahatlattı. “Death Magnetic”in yaratıcı sürecine 2006 yazında başladık, “Master of Puppets”ın 20. yıldönümünde. O yıl çıktığımız turnede “Master of Puppets”taki tüm şarkıları çaldık.
Bu durum, eski işlerimizi yeniden kucaklamamız açısından bizi çok rahatlattı. Çok ilginç bir dönemdi aslında, Rick bize o yıllarda dinlediğimiz albümleri dinlememizi, o zamanlar yazdığımız şekilde şarkı yazmamızı salık verdi. Ama bu asla kendimizi kopyalamak şeklinde olmadı, sadece kendimizi aynı mantığa sokmaya çalıştık. Bunu yapmak bize kendimizi çok iyi hissettirdi.
Rob: Son 10-15 yıldır Metallica, ilk yıllarından uzaklaşmaya çalışıyordu. Ben Metallica’nın yaptığı her şeyi çok seviyorum ama eski albümlerine özellikle bayılıyorum. Grubun eskiye dönmeye açık olması da çok olumlu bir şey bence.
“Death Magnetic”in yaratım süreci kolay mıydı, özellikle “St. Anger” gibi zor bir doğumdan sonra?
James: Bu albümü yapmak “St. Anger”dan çok daha kolay oldu. “St. Anger” çok zorlayıcıydı. Jason’ın ayrılmasından hemen sonraki döneme denk geldi. O gittikten sonra üçümüz birbirimize daha sıkı bağlandık. Aranızdan bir yoldaş, bir asker gittiğinde ya da düştüğünde kalanlar olarak birbirinize daha sıkı bağlanırsınız ya... Bu yüzden Rob’u bulmak harikaydı.
Grubun dinamiği şimdi çok daha farklı. Lars’la ben direksiyonu tutmak için sürekli kavga ediyoruz ama Kirk ve Rob, arka koltukta oturuyorlar ve sorun çıkarmıyorlar. Bence Kirk ve Rob’un en büyük çabası bu oldu, ben asla arka planda kalıp bunu sorun etmemeyi beceremezdim. O yüzden albümün yaratım süreci oldukça iyi gitti. Hepimiz aynı şekilde düşündük, yalnızca kendimizi göstermek için birbirimizin önünü kesmedik. Hepimiz aynı hedef için çalıştık.
Lars: Şarkılar sabit bir şekilde gelişti, daha sonra turneye çıktık ve bu turneden yeniden ilham alarak şarkılarımız biraz daha geliştirdik. Böylece elimizde 25 tane şarkı iskeleti oldu. Bunların arasından elemeye başladık ve 14 şarkıyı kaydedecek seviyeye getirdik. Zaten hangi şarkıların hangi sırayla yer alacağı kendiliğinden oluştu. Eski günlerimizde de albüme tek tek şarkılar yerine bir bütün gözüyle bakardık. Tekrar o bütünlüğü yakalamak istedik ve en iyi şarkıları seçtik. Rick’in ısrarcı olduğu bir nokta vardı o da; şarkıları uykumuzda bile hatasız çalabilecek duruma gelmeden stüdyoya girmemizi istemedi. Biraz aptalca ama stüdyonun yaratım alanından çok uygulama alanı olmasını istedi. Stüdyoya girin-çalın ve çıkın!
Kirk: Bence “Death Magnetic” bizim için “St. Anger”dan sonra atılacak en akıllıca adımdı. “St. Anger”ı yaparken aletlerimizi bile çalmadığımız çok zaman harcadık, açıkçası oldukça garip bir süreçti. Ancak bu albümde, şarkıları yaparken aletlerimizi bol bol çaldık. Önceden yazılmış pek çok materyalimiz vardı, biz yalnızca o noktadan geliştirdik, doğaçlama yaptık, şarkılar yaratmaya başladık ve albüm de yavaş yavaş şeklini almaya başladı. Son aşamada Rick Rubin geldi ve fikirlerini, önerilerini kattı.
Rob: “Death Magnetic”in yapım süreci oldukça organikti. Şarkılar yaklaşık beş yıl önce yeşermeye başladı. Biz de daha sonra bazı fikirler geliştirdik. İki yıllık bir turneden sonra, en az 60 saatlik fikrimiz vardı. Bir yıl boyunca bunları gözden geçirdik. Şarkıların yazım süreci de doğaçlama yaparak geçti. 25 şarkı iskeleti oluşturduk , sonra sayıyı 14’e indirdik ve en son albüm için son 10 tanesini seçtik. Asıl önemli olan doğaçlama ile yapılması ve organik olması bence. Rick de özellikle bir konser havası yaratmak istedi. Bu yüzden albümü kaydederken hepimiz aynı anda çalıyorduk, gerçek bir konser gibiydi. Çalarken kafa bile sallıyordum yani demek istediğim çok duygulu bir albüm oldu.
Metallica “Some King of Monster” ve “St. Anger”dan sonra daha mı güçlendi?
Kirk: İkisi de çok katartik ve yoğun deneyimlerdi. “St. Anger” ve “Some Kind of Monster” bizi bazı şeyleri gözden geçirmeye yöneltti. Birbirimizle olan ilişkilerimiz üzerinde çaba harcamaya itti. Neden müzik yaptığımızı bile yeniden düşündük. Böyle bir bakış açısına sahip olmak bizim için çok önemli oldu. Bir anda kendimizi “bir Metallica vardı, noldu” diye bahsedilen bir grup olarak bulabilirdik. Ama buna izin vermek istemedik. Bütün bu süreçlerden geçerken, gerçekten olgunlaştığımızı düşünüyorum. Birbirimize ve müziğimize karşı çok daha sorumlu davranıyoruz artık. Artık bütün sorunları sistemimizden attığımızı düşünüyorum, çünkü aramıza yeni bir üye bile kabul edebildik ve kendini kaçıklar arasına düşmüş gibi hissettirmemeyi başardık. Bu çok önemli bir şey. Şimdi Rob gruba dahil oldu ve bize çok fazla heyecan ve pozitif enerji veriyor, harika bir şey. Bizi bir araya getiriyor ve daha güçlü hissetmemizi sağlıyor. Son 10 yılda olduğumuzdan çok daha güçlüyüz.
Lars: Bence de “St. Anger” ve “Some Kind of Monster”dan sonra Metallica daha güçlü. Bunları yapmamız gerekiyordu ve yaptığımız için de memnunum. Jason Newsted ayrıldıktan hemen sonra, James kendi sorunlarıyla boğuşurken yeniden bir araya geldik. 90’larda yaptığımız gibi albümler yapmaya devam edemezdik, yoksa yeniden aynı tuzaklara düşecektik. Bu yüzden “St. Anger” yapılmak zorundaydı ve bunu aştığımız için çok mutluyum. Çok zor bir albüm olduğunun farkındayım, herkes tarafından kabul gören bir albüm olmadı ama bu sorun değil. Bugün “Death Magnetic”i yapabilmemiz için o zaman “St. Anger”ı yapmamız gerekiyordu.
“Some Kind of Monster”a gelince, bu benim çok gurur duyduğum ve toz kondurmadığım bir belgesel. Her zaman insanları aramıza almakla en iyisini yaptığımızı düşünüyorum. Bu belgesel de en iyi şekilde, bütün çıplaklığıyla bizi insanlara açtı, ister sevin-ister sevmeyin, bütün ihtişamı ve çirkinliğiyle Metallica! Kimileri bu “açıklık” olayını abarttığımızı düşündüler ama eğer bir kapıyı açacaksanız sonuna kadar açmalısınız, herkes girebilsin. Bu grupta işler 2001’de, 2002’de olduğundan çok farklı artık. İnsanlara artık eskisi gibi olmadığımızı anlatmak için çok fazla zaman harcadım. Artık herkes uslu uslu oynuyor ve idare ediyor. Artık çok daha medeni, içten... tatlı! Eğlenceli... Lanet olsun, Metallica’da olmak çok eğlenceli. Son iki üç yıl harika geçti. Artık bütün kişisel ihtiyaçlarımız, grubun ihtiyaçları, ailemizin ihtiyaçları arasındaki dengeyi kurduk. Artık çok daha fazla ortak noktamız var. “St. Anger” ve “Some Kind of Monster” birer anı yalnızca...
James: Ben 3 Ağustos’ta 45 yaşıma girdim ve daha şimdiden 40’lı yaşlarımın en iyi zamanlarım olduğunu söyleyebilirim. Belki de bu kalın kafamdan içeri biraz bilgelik girebilmiştir. Artık grubun dinamiğini, neye sahip olduğumuzu ve nasıl işlediğini anlamaya başladım. Birbirimize ihtiyacımız olduğunu anlamaya başladık. Birlikte bir yere gittiğimizde Metallica anahtarıyla pek çok kapıyı açabiliyoruz ama öbür türlü yalnızca dört basit müzisyen olacağız.
Rob: “Some Kind of Monster” hakkında birşeyleri ilk duyduğumda grubun mekanından 20 dakika uzaklıktaydım. Los Angeles’tan yeni gelmiştim ve bir telefon edip “bu arada belgesel için bir film ekibi var burada, senin için uygun mu?” dediler. Ne diyebilirim ki? Bir önceki yılı Ozzy Osbourne dünyasında kameralardan kaçarak geçirmiştim zaten... Ama işte burdayım dedim, bu kez kimseden kaçmıyorum. Tamam, bununla baş edebilirim. Başlangıçta biraz garip geldi ama günün sonunda, “Some Kind of Monster”a bakıp da ilk kez Metallica’yla çaldığımı görünce ordaki zevki ve acıyı hissedebiliyorum. Acılıydı çünkü daha ilk günün sonunda Lars beni bir şeyler içmeye götürmüştü. Bütün gün kendimi duvardaki sinek gibi hissettim, ama günün sonunda “haydi gidip bir şeyler içelim” diyorlar. Beni test ettiğini düşündüm. Lars’ın içindeki Viking, “yeni çocuğun” Metallica’nın Lars’ıyla dışarıda takılırken nasıl davranacağını görmek istiyor diye düşündüm. Bunun altından kalkabilecek misin? İyi bir iş çıkardığımı düşünüyordum ama “Monster”a baktığım zaman acıyı görebiliyorum.
“Death Magnetic”i yaparken üç kez turneye çıkmak için stüdyo çalışmalarına ara verdiniz, niçin?
Kirk: Bunu yapmamızın nedeni stüdyodan uzaklaşmaktı aslında, çünkü insan stüdyo havasına girince uzun süre orda takılı kalabiliyor. Canlı performansların enerjisini kaybetmek çok kolay. Bir sürü dinleyicinin önünde çalmanın nasıl bir his olduğunu çok kolay unutabiliyorsunuz. Bu canlı performans formatını kaybetmemek için sürekli konserler vermemiz gerektiğini düşündük. Uzun süre stüdyoda kaldığınız zaman prodüksiyon sürecinde abartabiliyorsunuz. Buraya 5-6 gitar overdub’ı koyalım, biraz yaylılar koyalım, biraz perküsyon koyalım... ama sonunda şarkıyı canlı çaldığınızda ortaya yalnızca bir iskelet çıkıyor.
Stüdyoda bir şarkıyı inşa ederken bu yanlışa sürüklenmek çok kolay, adet bir “sesler kolajı” elde ediyorsunuz ama şarkıyı stüdyodan çıkarıp canlı çaldığınızda elinizde yalnızca iki gitar, bir bas ve bir de davul var. Tekrar bu basitliğe dönmemiz harika oldu çünkü albümde duyduklarınız konserlerde duyacaklarınıza çok yakın olacak.
Lars: Bütün dünyayı dolaşıp gecede ortalama 50,000 kişiye canlı çalmak gibi bir şansımız var. Bu yüzden “eğer beni şikayet ederken duyarsanız, tokat atın” diyorum etrafımdaki insanlara. Bu inanılmaz bir şey. Bu kadar çok insanın gelmesi beni büyülüyor. Tüm dünyada metal ölmedi ve uzun zamandan beri en iyi durumunda. Bugünlerde gerçek bir enerji var, küçük çocuklar artık grunge, rap gibi şeyler pas geçiyorlar. Bugün 13 yaşındaki çocukların hepsi bizim 70’lerde, 80’lerde dinlediğimiz şeyleri dinliyorlar. Çok uzun zamandan beridir varız ama yaptığımız şey için “iş” kelimesini kullanmıyorum. Etrafımdakilerin de kullanmasını istemiyorum, bu gerçekten “iş” yapanlara hakaret oluyor. “Çalışma” hayatına en yakın olduğumuz an, sabah 6 buçukta kalkıp çocuklarımızın beslenmelerini hazırlayıp, onları okula götürdüğümüz zamanlar oluyor. Onun dışında turnedeysem, eğleniyorum. Turneye çıktığımız zaman evde olduğumdan çok daha fazla uyuyorum, arkadaşlarımla birlikte oluyorum, oturup şarap içiyorum, müzik yapıyorum ve harika insanlarla tanışıyorum. Bu yüzden eğleniyorum, benim için “iş” evde başlıyor. Son zamanlarda daha iyi bir denge yakaladık. Kısa turnelere çıkıyoruz ama daha fazla turneye çıkıyoruz. Özellikle yaz turnelerimizi çok seviyoruz. Avrupa’ya gidip konser veriyoruz, daha başka ne yapılabilir ki? Benim aklıma bir şey gelmiyor.
2009’da yeniden turneye çıkacaksınız, repertuarınıza “Death Magnetic” şarkıları koyacağınız için heyecanlı mısınız?
Lars: Kesinlikle! “Cyanide” ve “The Day That Never Comes”ı Avrupa’da çalmaya başladık bile. Albümde yer alan 10 şarkıyı da çalmak istiyoruz. Bu şarkılar çok daha kolay. “St. Anger”daki bazı şarkıları çalmak gerçekten çok zordu. Zaten “St. Anger”daki şarkıların pek çoğunu bilgisayar programı kullanarak yaptık ki bu bir çok şeyi açıklıyor. Ama bu şarkılar çok daha kolay, eğlenceli, doğal ve organik. “St. Anger”daki şarkıları çalarken konserlerde dinleyicilerle bütünleşmek zor oluyordu, ama yeni şarkıları çalmayı iple çekiyoruz... “Death Magnetic”te tam 75 dakikalık müzik var, o yüzden her gece repertuarı değiştirebiliriz. Her gece farklı şarkıları çalabiliriz.
James: Stüdyoda şarkıları yazarken “bu nakaratı 10,20,30.000 kişi hep bir ağızdan söyleyecek” diye düşünmeden edemiyordum. Ama aynı şarkılar bir barda 10 kişiyle de harika olacak, bunu hissediyorum. Bir süredir bunu yapıyorum, çok evrensel bir şey. İnsanların hangi kısma eşlik edeceğini kestirebiliyorsunuz. O nedenle şarkıları yazarken buna odaklanıyorum, anlaması kolay ve söylenebilir şeyler yazıyorum ama kuşaklar boyu söylenecek marş gibi şeyler yazmaktan da kaçınıyorum. “Death Magnetic” Metallica’nın her yönünün derlemesi gibi... Yüzyıllardır turneye çıkıyoruz ve insanlara bir sürü şarkı dayatıyoruz, onlar da bu şarkıları öğreniyorlar bu şekilde repertuarda kalabiliyor. “...And Justice for All” uzuluğunda şarkıları bile ezberletebiliyoruz ama ben daha kısa şarkıları tercih ediyorum. Uzun zamandır konserlerde aynı şarkıları çalıyorduk, biraz taze kan iyi gelecek.
Turneler sırasında hep konserden önce hayranlarla bir “tanışma-kaynaşma” seansları yapıyorsunuz, bu sizin için neden bu kadar önemli?
James: “Tanışma- kaynaşma” seansları her iki tarafa da ilham oluyor hatta ben fanlarımızdan daha çok heyecanlanıyorum. Çok kalabalık olmadığı zamanlarda gerçekten oturup onlarla zaman geçirebiliyorsunuz. “Tanışma-kaynaşma”ları seviyoruz. Bize ilham veriyorlar, iyi ya da kötü her türlü tepkiyi öğrenmek istiyorum. Bir “tanışma-kaynaşma” toplantısına gittiğinizde kendinize çok güveniyorsunuz. Herkes size bakıyor ve “evet, ben harikayım, bana istediğinizi söyleyin canımı yakmaz” diyorsunuz.
Lars: “Tanışma – kaynaşma”lar günün en harika zamanlarıdır. Güne nasıl başlamış olursanız olun, orada bir yarım saatliğine dünyanın bir ucundan kalkıp gelmiş insanlarla konuşmak harika. Bu yaz İstanbul’daydık ve tüm Orta Doğu’dan, İran’dan Irak’tan gelen gençler vardı. Bu çok çılgınca bir şey, orada durup onların hikayelerini dinlemek, inanılmaz bir şey. Son 25 yıla baktığım zaman en gurur duyduğum şey, hayranlarımızla olan ilişkimiz. Onları her zaman bir bütünün parçaları olduğunu hissettirmek istedik, onlarla aramızda çok az engel var.
“Death Magnetic”in ilk klibini “The Day That Never Comes”a çektiniz. Aslında daha çok savaş temalı bir kısa filme benziyor. Yönetmenliğini de Danimarkalı yönetmen Thomas Vinterberg yapmış. Bu videonun ardındaki konsept nedir?
Lars: “The Day That Never Comes” ilk klip, aslında kendimizi “kısa film” demeye alıştırmaya çalışıyoruz. Haziran ayında İtalya’dayken bu çerez müzik kanallarından birinde yaklaşık bir saat geçirdim ve gerçekten kusmak üzereydim. Benzetme yapmıyorum, gerçekten kusacaktım. Menajerimiz Cliff Burnstein’i aradım ve “biz klip çekemeyiz, bundan çok daha ileride bir şeyler yapmamız gerek, kısa filmler yapmalıyız” dedim. Bunun üzerine film yönetmenleriyle çalışma kararı aldık. En sevdiğimiz yönetmenlerin kısa bir listesini yaptık, aklımızdaki isimler zamanın en uçta yer alan, genç yönetmenleriydi. Thomas Vinterberg de “The Day That Never Comes” için bu harika fikirle geldi. Bu şarkı albümdeki en az soyut, en keskin sözlere sahip şarkıydı. Affetmeyle, kefaretle, olmak istemediği bir durum içinde olan insanlarla ilgili... Bu filmle çok ama çok gurur duyuyorum. İnsanların kendilerinin yorumlamasını istiyorum. “One”ın videosundaki ruha sahip.
James: Kısa film fikri beni çok cezbetti. Her yerde aynı klibi görmekten sıkıldık artık. Farklı bir şey denemek istedik. Daha önce de kısa film tarzı şeyler yaptık “The Unforgiven”da olduğu gibi. Bu video müziğimizi zenginleştiriyor, müzik olmadan da duygulu.
* Bu röportaj billboard.com'da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder